İçinde bulunduğumuz dijital devrim alışkanlıklarımızı benzersiz bir hızla dönüştürüyor. Ailenizde haberleri basılı kâğıttan okuyan son nesil muhtemelen siz olacaksınız. İkibinli yıllarda doğan “milenyum nesli” için kâğıdın kokusu, yeni bir kitabın kapağını ilk kez açmanın heyecanı gibi kavramlar sanırım ‘yaşlıların nostaljisinden’ ibaret olacak.
Parmaklarımız klavye tıklatmaya alıştıkça kalem tutmayı unutacak. Son zamanlarda tüm yazışmaları dijital ortamda yapmaktan zaten kötü olan el yazım iyice okunmaz hale gelmeye başladı. İş hayatımda kalem neredeyse sadece imza atma aracına dönüştü. Eskiden her ay birkaç kalem tüketirken şimdi aynı kalemi yıllarca kullanıyorum. Dijital imzaların yaygınlaşması ile gelecekte kalemlerin çalışma masamda hiç yer bulamayacağı düşüncesi ürkütücü geliyor.
İnsanın bilgiyi kaydetme tarihçesine hızlıca dönüp baktığımızda yazının öncesinde bilginin hafızalarda saklanarak nesilden nesile sözlü olarak aktarıldığını görüyoruz. Okuryazarlığın sadece en üst zümrelere mahsus olduğu yüzyıllar boyunca insanlar bilgileri taşıyan ve aktaran hafıza depoları olmuşlar.